İstanbul-Ankara Yolculuğu

15 Mayıs 2007

08 Mayıs 2007, Salı

Motorumu İstanbul’dan aldığımı daha önce yazmıştım. Scooter kullanma alışkanlığım da pek yoktu, yalnızca bir arkadaşımın Aprilla’sına birkaç kez binip denemiştim. Motoru teslim aldıktan sonra beni 450 kilometrelik Ankara yolculuğu bekliyordu.

Ama motosikle. net’teki yazıları okuduğum için bu yolculuğu hiç çekinmeden göze aldım. Yoksa motoru Ankara’ya getirmenin başka yolları da vardı. Örneğin, okuduğum yerlerde bir tam yolcu ücreti ödeyerek otobüsün bagajına koymak (tabi aynaları sökmek kaydıyla) ya da tren ile “yolcu eşyası” olarak getirmek mümkündü.

Ama motosiklete neden biniyoruz? Biraz da doğayı, özgürlüğü ve macerayı sevdiğimiz için… Bu nedenle kendim sürerek götürmeye karar verdim. Tek endişem ön cam olmadığı için giderken rüzgardan aşırı etkilenmekti. Ama, daha fazla devam edemezsem bir benzinciye girer ve bir çözüm yolu bulurum diye düşündüm. Belki bir kamyona ya da otobüse koyarak mtoru taşıtabilirdim.

Motorun yarım depo benzini vardı, yani beni yaklaşık 100 km daha daha götürürdü.

Önce 4. Levent’ten çıkmalıyım. FSM köprüsünü geçeceğim, köprü ücretini ayarlamalıyım, kolay ulaşılır bir yere koymalıyım. Sonra çevre yoluna yöneldim. İlk bindiğimde motoru daha iyi tanımak için biraz frenleme, ivmelenme tesleri falan yaptım. İlk izlenimim son derece olumlu. Frenler CBS (kombine fren sistemi) sayesinde oldukça etkili, hele bir de ön freni biraz sıkarsanız motor dengesini kaybetmeden duruyor. Lastikler de bloke olmadı. Tabi bunu bir de ıslak zeminde denemek gerekli.

Birkaç kez de dur kalk testi yaptım.  Gaz ne kadar verilecek, tekerlekler ne zaman tepki vermeye başlıyor falan… Artık motoru biraz daha iyi tanıyorum. Bu kadar iyi olacağını da düşünmüyordum doğrusu. İvmelenme müthiş. Kalkarken gaza dokunduğunuzda kendinizi geriye doğru sarsılmış hissediyorsunuz. Aynı duygu 80 ile giderken gazı biraz açtığınızda da hissediliyor. Motor kısa sürede 100’e çıkıveriyor.

Hava çok güzel, köprüyü geçtim, 50 km sonra benzin almak için benzinciye girdim. 20 liralık benzin depoyu doldurdu. Sonra dinlenmek amacıyla motor için uygun bir yer ararken Köln plakalı bir BMW motosikletin park etmeye çalıştığını  gördüm. Yanına gidip selamlaştım. Sürücü Almandı, benim Almanca konuştuğumu anlayınca sevindi. İki kişi yola çıkmışlar, yolda diğer arkadaşını kaybetmiş, cep telefonu da Türkiye’de çalışmadığı için arkadaşına telefon etme olanağı arıyormuş.

Hemen ben cep telefonumu çıkartarak numarayı çevirdim ve konuşmalarını sağladım. Adının Joachim olduğunu öğrendiğim kişi bana borcunun ne kadar olduğunu sordu. Türkiye’de  yardımların “ücret” karşılığı yapılmadığını anlattıktan sonra biraz konuştuk. O arkadaşını bulmak üzere benden önce yola çıktı. Arkadaşı ileride kocaman bir hamburgerci tabelası bulunan benzinlikte bekliyormuş.

Biraz dinlendikten sonra ben de yola çıktım. Yol kalabalıktı, ama yine de 80-90 km ile yol aldım. Söz konusu benzinciden geçerken iki BMW motorun yanyana durduğunu görünce “buluşmuşlar” diye düşündüm.

Motosiklet oldukça iyi gidiyordu. 100’e kadar rahatça çıkıyor. İstanbul’dan uzaklaştıkça yol biraz rahatlayınca en yüksek hız denemeleri yapmak istedim. Dylan düz yolda 120 falan gidiyor. Daha fazla hız için rampa aşağı gitmek gerekiyor. Hiç aracın olmadığı bir rampada motorun üzerine yatmak suretiyle 135 km hıza ulaştım. Belki rampa biraz daha dik olsaydı 140 km hıza kadar çıkılabilirdi. Tabi yine üzerine yatmak koşuluyla. O hızla giderken bedeninizi biraz dikleştirdiğinizde frenleme yapmış oluyorsunuz, hız hemen 5-10 km falan düşüyor. Şimdi en çok merak ettiğim şey ön camın da böyle bir etki yapıp yapmadığı? Bir taraftan da camın aerodinamik olduğunu, hızı fazla kesmeyeceğini düşünüyorum. Ama yine de motosikletin üzerine yatmak kadar direnci azaltmayacağını sanıyorum.

90’ı geçtikten sonra rüzgar oldukça rahatsız edici oluyor. 80-90’a kadar fazla etkilenmiyorsunuz. Ama daha sonra hem rahatsız oluyorsunuz hem de rüzgar sürücüyü yoruyor. Bütün yolculuk boyunca edindiğim en önemli deneyim bu. İlk fırsatta ön cam taktırmalıyım diye düşünüyorum.

Yaklaşık 200 km yol aldıktan sonra benzin almak üzere yeniden duruyorum. Yine 20 liralık benzinle depo doluyor. Benzin alırken Alman motorcuların da aynı benzincide olduğunu görüyorum. Hemen yanlarına gidip selamlaşıyoruz. Joachim beni görünce seviniyor, kahve ısmarlamak istiyor. Onlar karanlığa kalmamak için bir an önce gitmeye hazırlanırken bana izleyecekleri rota hakkında düşüncelerimi soruyor. Karadeniz’e gidiyorlarmış, Gerede’den geçip Tosya’da konaklamak istiyorlar. Ben de onlara  Safranbolu’ya uğramlarını ve orada konaklamalarını tavsiye ediyorum. Hatta bizim konuşmalarımıza tanık olan bir sürücü arabasından Safranbolu broşürü getiriyor. Hemen açıp inceliyoruz, Cinci Han hakkında ayrıntılı bilgileri Almancaya aktarıyorum.

Önerime uymaya karar verdikleri içi, akşam olmadan Safranbolu’ya ulaşabileceklerini düşündüklerinden biraz daha sohbet ediyoruz.

İki arkadaş kendilerine 2 yıllık bir tatil vererek Köln’den yola çıkmışlar. Altlarında BMW GS 650 var. Kocaman motosikletler, arkalarında yan çanta arka çanta vb. hepsi tama. Kocaman heybetli makineler. Arkadaşı benim Dylan’la ilgileniyor kaç cc’lik olduğunu soruyor. 150 diyorum. Neden olmasın diyor! benim motoru biraz küçümsediler mi ne! 🙂 Ama onlar da 120’yi geçmiyoruz diyorlar.
Sohbetten sonra ben onlardan önce yola çıkıyorum. Biraz gittikten sonra, yolda bir motosiklet kalmış, genç bir çift Kxxxxx ile yola çıkmışlar, ama arka dişli sıyırmış, dişili dönüyor, tekerlek dönmüyormuş. Bana yaklaşık nerede olduklarını soruyorlar, servisi aramışlar. Ben de Kaynaşlı yakınlarında olduğumuzu söylüyorum. Hemen arkamızdaki köprünün üzerinde 9 yazıyor. 9 nolu köprünün hemen ilerisinde olduğunuzu söyleyin onlar anlarlar diyorum.  Başka yapabileceğim bir şey olmadığını görünce vedalaşıp ayrılıyorum. Yolda kalan bu motoru görünce Çin işi motor alınmaması gerektiğine bir kez daha inanıyorum.

Gerede’ye yaklaşınca yağmur yağmaya başlıyor. Tabi hızı azaltıyorum. 80 iyidir bu koşullarda. Önceleri yer yer biraz ıslatıp geçiyor. Durup yağmurluğu giymeye üşeniyorum, nasıl olsa birazdan geçer diye düşünüyorum. İzlediğim yolun 100 metre sağ tarafı günlük güneşlik, yağmur falan yok. Bulutlar gidecek, yeniden güneş çıkacak diye düşünerek bir süre daha yol alıyorum. 50 km falan gittikten sonra yağmur etkisini artırınca durup yağmurluğumu giymeye karar veriyorum. Bir köprü altına durup yağmurluğu giymeye çalışırken Alman motorcular beni selamlayarak yanımdan geçiyor.

Bir süre daha yol aldıktan sonra hava yeniden açıyor. Yol bomboş. Ama benzin de bitmek üzere. Yakıttan tasarruf  etmek için hızımı 90’da tutuyorum. Yol ücretini ödemek için gişelere geldiğimde gişedeki görevli yağmura yakalanıp yakalanmadığımı soruyor. Evet, diyorum, Gerede cıvarında yağmur var. Biraz sohbet ediyoruz, nasıl olsa sırada bekleyen başka araçlar yok.

Artık Ankara’ya geldim sayılır. Hemen ilk benzinciye giriyorum. Yine 20 liralık benzin alıyorum. Sonra doğru eve…

Yaklaşık olarak toplam 50 liralık benzin harcamışım, motoru evin önüne park ettiğimde tam 452 km yol yapmışım.  Dylan’ın trip ayarını İstanbul’dan yola çıkmadan önce sıfırlamıştım. Bu hesaba göre Dylan’ın tüketimi şöyle:

1 kilometrede tüketim (95 oktan kurşunsuz):  11 YKr

100 kilometrede yakıt tüketimi: 3,6 litre

Tabi bu rakamlarda sürüş şekli de önemli. Ben genellikle 90 km hızla gelmeme rağmen zaman zaman 100’ün üzerinde de çıktım.  Tahminen yolun en az üçte birini bu hızlarda geldim. 90’ı geçmeseydim daha az yakıt tüketebilirdim. Ama genelde Dylan 100 kilometrede 3,5 litre benzin yakıyor (kilometrede 11 kuruş) denilirse yanlış olmayacaktır.

Eve geldiğimde fazla bir yorgunluk hissetmedim. Dylan fazla yorucu değil, hatta sürerken ayaklarınızı değişik pozisyonlara alıp (öne, ortaya, arkaya vb.) dinlendirebiliyorsunuz.

Benzin almak için zaten 200 kilometrede bir durmak zorundasınız. benzin aldıktan sonra hemen hareket etmeyip bir süre dinlenirseniz, Dylan ile her yere gidebilirsiniz. Hava güzel olursa ve yanınızda size eşlik edecek bir arkadaşınız da varsa yolculuk oldukça keyifli olacaktır.

Yalnız ön camı (siperlik) mutlaka öneririm. Belki şehir içi trafiğinde çok fazla gerekli olmayabilir, ama uzun yolda mutlaka cam takılması gerektiğini düşünüyorum.

İlk deneyimimde Dylan’dan oldukça memnun kaldım.

Motoru genelde şehir içinde kullandığım, hafta sonlarında yalnızca 100-200 km gibi yakın yerlere geziler yaptığım için Dylan tam bana göre motor. Özellikle gücü kendisini hissettiriyor. Neredeyse sürekli 120 km  hızla BMW’lerle bile eşlik edecektim. 🙂

Daha ne olsun! Bu nedenle Dylan başlıktaki “En büyük küçük!” tanımını hakediyor.


Yan Ayak

15 Mayıs 2007

Bazı kullanıcılar yan ayağı çok pratik buluyor, bazıları ise gerekli görmüyor. Yan ayak taktırmak isterseniz:

  • Orijinal Honda (135 YTL tutuyormuş!)
  • Activa’nın yan ayağı (11 YTL

Far Ampulü

15 Mayıs 2007

Xenon ampuller Dylan’a olmuyormuş, kısa ve uzun farlar aynı ampulün içinde olduğu için. Üstelik xenon çok da pahalı. Artık %30, %50 %80 daha fazla aydınlatma sağlayan ampuller var. Bunlardan birisi seçilebilir. Ampul satın alırken tek dikkat edilmesi gereken şey H4 olması. Dylan’da kullanılabilecek ampulller şunlar:

  • Philips diamond vision (55 YTL, çifti)

Çanta

14 Mayıs 2007

GIVI

E350 Siyah Mat: 84 Euro
E350 Metalik Renk Çanta: 124 Euro
E103 Bel Dayama Kiti: 39 Euro
Stop Kiti: 39 Euro

KAPPA

K35 – 35 Litre
Mat Siyah 74 Euro
Renkli 109 Euro

Takma aparatı: 49 Euro

Feyizoğlu
Siyah: (150 YTL)
Renkli: 215 YTL
Sırtlık: 58 YTL


Lastik

14 Mayıs 2007

Lastik, Ön

  • Pirelli
    • 110/90-13 M/C 56L TL GTS 23 (1622800)

Lastik, Arka

  • Pirelli
    • 130/7-13 M/C 57L GTS 24 (1622900)

Yedek Parça

13 Mayıs 2007

Buji

  • CR8EH-9 (NGK)
  • U24FER9 (DENSO)

Yüksek hız bujisi

  • CR9EH-9 (NGK) (19 YT)
  • U27FER9 (DENSO)

Yüksek hız bujisi de ne oluyor diye sakın sormayın, ben de bilmiyorum. Bu bilgiler sadece Kullanım Kılavuzundan alınmıştır.

Egzoz

  • LEO VINCE 4-ROAD

Ekzantrik Kayışı

  • DAYCO 22X916 MM (27,68 €)
  • MALOSSI X-KEVLAR BELT (53,98 €)

Fren Balatası (Ön)

  • LUCAS (19,47 €)

Fren Balatası (Arka)

Kavrama

  • RMS Standart (41,01 €)
  • MALOSSI DELTA-CLUTCH RACING (112,82 €)

Kavrama Kampanası

  • RMS Standart (30,76 €)

Varyatör

  • MALOSSI MULTIVAR 2000 RACING (116,93 €)

Ön Cam (Siperlik)

13 Mayıs 2007

Ön cam konusunda kullanıcılar arasında değişik görüşler mevcut. Bazıları motorun camsız olarak daha güzel göründüğü görüşünde.

Cam sürücünün rüzgâr almasını engelliyor. Ancak hızda 10 km kadar azalmaya neden oluyormuş. Ama buna rağmen özellikle kışın sürücünün üşümemesi için cam taktırmak gerekli.

Ön cam için şu tür çözümler var.

1. Givi (Model: 102A + A185A) Türkiye Distribütörü: http://www.samuramotor.com Yaklaşık 185 YTL’ye taktırılıyor diye duydum/okudum.

2. Kappa: Özel olarak Dylan için üretilmiş. 120 Avro Özen Motor

3. Honda’nın bir başka marka camı. 120 YTL


Olumsuz görüşler

10 Mayıs 2007

Dylan hakkında olumsuz eleştiriler de yöneltilmiş. Bunlardan belki de en önemlisi Alman Scooter & Sport dergisinin 2005 yılında yayımlanan özel sayısında yer alıyor.

Dergiye göre Dylan’ın artıları:  motor, sürüş keyfi, aydınlatma, fren, ergonomi, yakıt tüketimi ve erim.

Dylan’ın eleştirildiği özellikleri ise teleskopit çatal, amortisörler, aynalar, su yalıtımı ve düz sürüş eksikliği.

Dergide aynaların döküldüğü ve göstergelere yağmur suyu girdiği söyleniyor. Belirli bir kilometre sonra orta ayağın ve amortisörlerin değiştirilmesi gerektiği görüşüne yer verilmiş. Özellikle dayanıklılık testinde sınıfta kaldığı ileri sürülerek variyometre’nin 25.000 km ömrünün olduğu bildirilmiş. Ayrıca, egzoz üzerindeki ya da içindeki parçaların titreşimden gevşediği söylenmiş.

Bu eleştirilerin ne kadar doğru olduğunu yaşayarak göreceğiz. Henüz 500 km yol yaptım ve motorum 3.500  km’de. Denilenler doğru bile olsa, Dylan’ın sunduğu sürüş keyfi, güvenlik, güç ve estetik güzellik bu olumsuzluklara değer diye düşünüyorum.


Satın alma

10 Mayıs 2007

Motosikletimi nasıl satın aldım?

Dylan almaya karar verdikten sonra aylardır 2. el bir Dylan arıyordum. Yaşadığım kendt olan Ankara’da motosiklet sayısı fazla olmadığı için zaten toplam birkaç Dylan vardır. 2. elini burada bulmak mümkün değil. İzmir ve Antalya da çok uzak, geriye bir tek İstanbul ve Eskişehir, Konya gibi çevre iller kalıyor.

Tabi ilk bakılan yer sahibinden.com ve motosiklet forumları. Gri renkli bir 2006 modeli kıl payı kaçırdıktan sonra İstanbul’dan henüz 2900 km’de kırmızı Dylan’ı almaya karar verdim. 3 Mayıs 2007 Perşembe günü sahibine telefon ettim. Satıcının sözlerine güvendim, fiyatta anlaştık ve “tamam” dedim. Kaporayı hemen havale ettim ve İstanbul’a gidebileceim gün olan 8 Mayıs 2007 Salı gününü dört gözle beklemeye başladım.

Pazartesi gecesi 01’de İstanbul’a hareket. 4. Levet’e gidiş… Buluşma saatine daha 1-1,5 saat var. Önce güzel bir kahvaltı…

Bu arada: İstanbul’da hoşuma giden bir alışkanlık gözlemledim. İnsanlar işyerlerine gitmeden önce kafelerde buluşarak birlikte kahvaltı ediyor, güne keyifli bir başlangıç yapıyorlar. Biz Ankaralılar için oldukça yabancı bir alışkanlık. Ama çok güzel.

Sonra, ilk karşılaşma anı geldi. Yaptığım telefon görüşmesinden sonra Noterin önünde beklerken satıcı Dylan’la birlikte geldi. Üzerinde bir gece önce yağan yağmurdan toz lekeleri olmasına rağmen pırıl pırıl, parlak bordo renkli Dylan önümde duruyordu. Üzerinde en küçük bir çizik dahi yok. Sanki ilk günkü gibi.

Motor çok hoşuma gitti. Satıcının “üzerinde çizik bulamazsınız, isterseniz bir bakın, siz görmeden aldınız” ısrarı karşısında sağına soluna baktım. I-ıh! Hiç çizik yok.

Hemen Notere girdik, işlemleri yaptık ve Dylan benim oldu. Çıkışta fark ettim ki, motorun plakası EA. Bu benim adımın ve soyadımın ilk harfleri. Plaka değişecek olsa da güzel bir tesadüftü.

Daha sonra Ankara’ya geri dönmek üzere yolu göstermesi için satıcı arkadaşımdan yardım istedim. O da beni artçı olarak alarak belirli bir yere kadar getirdi. Orada birbirimize teşekkür ederek ayrıldık.

Buradan o arkadaşıma bir kez daha teşekkür etmek isterim. Hem dürüst bir insan olduğu için, hem de benim temiz ve güzel bir motosiklete sahip olmamı sağladığı için.

İstanbul’dan Ankara’ya geliş maceramı ve edindiğim ilk izlenimleri başka bir yazıya bırakalım.


Hangi renk?

10 Mayıs 2007

Dylan’ın dört rengi var: Siyah, gümüş, mavi ve kırmızı. Ağ sayfalarında bu renkleri görmek mümkün, ancak resimler renk konusunda karar vermek için yeterli değil. Ben de bu konuda karar vermeden önce renkleri motorun üzerinde görmek isterdim, ama öyle olmadı.

Dylan’ımı 2. el olarak aldığım için kırmızı rengi seçmem biraz tesadüf oldu. Siyah almak istemiyordum, siyahı gördüm. Motoru küçük gösteriyor ve çok tekdüze kalıyor. Ayrıca siyah rengin bir de temiz tutma sorunu olduğu biliniyor.

İlk başta gümüş renkli bir Dylan almaya karar verdim, ancak aradığım sitelerde 30-40 motorun içinde yalnızca 2 adet gümüş vardı. Birisini almayı çok istemiştim, ama aradığım gün satılmıştı.

Mavi almayı hiç düşünmedim, sattığım motor maviydi, fazla hoşlanmamıştım.

Geriye  bir tek kırmızı kaldı. Uygun özelliklere sahip kırmızı bir motor bulunca hemen telefona sarıldım, ben Ankara’da satıcı İstanbul’da olmasına rağmen görmeden karar verdim ve motoru satın aldım.

Daha sonra motoru gördüğümde kırmızı rengi çok sevdim. Aslında renk kırmızı değil, bordo. Oldukça şık duruyor, Dylan’a yakışıyor. Bir de son yıllarda otomobillerin çoğunun gri olması nedeniyle sıradanlaşan griye karşı kırmızı “özel” bir renk olarak algılanabilir.

En azından ben öyle algılıyorum…