08 Mayıs 2007, Salı
Motorumu İstanbul’dan aldığımı daha önce yazmıştım. Scooter kullanma alışkanlığım da pek yoktu, yalnızca bir arkadaşımın Aprilla’sına birkaç kez binip denemiştim. Motoru teslim aldıktan sonra beni 450 kilometrelik Ankara yolculuğu bekliyordu.
Ama motosikle. net’teki yazıları okuduğum için bu yolculuğu hiç çekinmeden göze aldım. Yoksa motoru Ankara’ya getirmenin başka yolları da vardı. Örneğin, okuduğum yerlerde bir tam yolcu ücreti ödeyerek otobüsün bagajına koymak (tabi aynaları sökmek kaydıyla) ya da tren ile “yolcu eşyası” olarak getirmek mümkündü.
Ama motosiklete neden biniyoruz? Biraz da doğayı, özgürlüğü ve macerayı sevdiğimiz için… Bu nedenle kendim sürerek götürmeye karar verdim. Tek endişem ön cam olmadığı için giderken rüzgardan aşırı etkilenmekti. Ama, daha fazla devam edemezsem bir benzinciye girer ve bir çözüm yolu bulurum diye düşündüm. Belki bir kamyona ya da otobüse koyarak mtoru taşıtabilirdim.
Motorun yarım depo benzini vardı, yani beni yaklaşık 100 km daha daha götürürdü.
Önce 4. Levent’ten çıkmalıyım. FSM köprüsünü geçeceğim, köprü ücretini ayarlamalıyım, kolay ulaşılır bir yere koymalıyım. Sonra çevre yoluna yöneldim. İlk bindiğimde motoru daha iyi tanımak için biraz frenleme, ivmelenme tesleri falan yaptım. İlk izlenimim son derece olumlu. Frenler CBS (kombine fren sistemi) sayesinde oldukça etkili, hele bir de ön freni biraz sıkarsanız motor dengesini kaybetmeden duruyor. Lastikler de bloke olmadı. Tabi bunu bir de ıslak zeminde denemek gerekli.
Birkaç kez de dur kalk testi yaptım. Gaz ne kadar verilecek, tekerlekler ne zaman tepki vermeye başlıyor falan… Artık motoru biraz daha iyi tanıyorum. Bu kadar iyi olacağını da düşünmüyordum doğrusu. İvmelenme müthiş. Kalkarken gaza dokunduğunuzda kendinizi geriye doğru sarsılmış hissediyorsunuz. Aynı duygu 80 ile giderken gazı biraz açtığınızda da hissediliyor. Motor kısa sürede 100’e çıkıveriyor.
Hava çok güzel, köprüyü geçtim, 50 km sonra benzin almak için benzinciye girdim. 20 liralık benzin depoyu doldurdu. Sonra dinlenmek amacıyla motor için uygun bir yer ararken Köln plakalı bir BMW motosikletin park etmeye çalıştığını gördüm. Yanına gidip selamlaştım. Sürücü Almandı, benim Almanca konuştuğumu anlayınca sevindi. İki kişi yola çıkmışlar, yolda diğer arkadaşını kaybetmiş, cep telefonu da Türkiye’de çalışmadığı için arkadaşına telefon etme olanağı arıyormuş.
Hemen ben cep telefonumu çıkartarak numarayı çevirdim ve konuşmalarını sağladım. Adının Joachim olduğunu öğrendiğim kişi bana borcunun ne kadar olduğunu sordu. Türkiye’de yardımların “ücret” karşılığı yapılmadığını anlattıktan sonra biraz konuştuk. O arkadaşını bulmak üzere benden önce yola çıktı. Arkadaşı ileride kocaman bir hamburgerci tabelası bulunan benzinlikte bekliyormuş.
Biraz dinlendikten sonra ben de yola çıktım. Yol kalabalıktı, ama yine de 80-90 km ile yol aldım. Söz konusu benzinciden geçerken iki BMW motorun yanyana durduğunu görünce “buluşmuşlar” diye düşündüm.
Motosiklet oldukça iyi gidiyordu. 100’e kadar rahatça çıkıyor. İstanbul’dan uzaklaştıkça yol biraz rahatlayınca en yüksek hız denemeleri yapmak istedim. Dylan düz yolda 120 falan gidiyor. Daha fazla hız için rampa aşağı gitmek gerekiyor. Hiç aracın olmadığı bir rampada motorun üzerine yatmak suretiyle 135 km hıza ulaştım. Belki rampa biraz daha dik olsaydı 140 km hıza kadar çıkılabilirdi. Tabi yine üzerine yatmak koşuluyla. O hızla giderken bedeninizi biraz dikleştirdiğinizde frenleme yapmış oluyorsunuz, hız hemen 5-10 km falan düşüyor. Şimdi en çok merak ettiğim şey ön camın da böyle bir etki yapıp yapmadığı? Bir taraftan da camın aerodinamik olduğunu, hızı fazla kesmeyeceğini düşünüyorum. Ama yine de motosikletin üzerine yatmak kadar direnci azaltmayacağını sanıyorum.
90’ı geçtikten sonra rüzgar oldukça rahatsız edici oluyor. 80-90’a kadar fazla etkilenmiyorsunuz. Ama daha sonra hem rahatsız oluyorsunuz hem de rüzgar sürücüyü yoruyor. Bütün yolculuk boyunca edindiğim en önemli deneyim bu. İlk fırsatta ön cam taktırmalıyım diye düşünüyorum.
Yaklaşık 200 km yol aldıktan sonra benzin almak üzere yeniden duruyorum. Yine 20 liralık benzinle depo doluyor. Benzin alırken Alman motorcuların da aynı benzincide olduğunu görüyorum. Hemen yanlarına gidip selamlaşıyoruz. Joachim beni görünce seviniyor, kahve ısmarlamak istiyor. Onlar karanlığa kalmamak için bir an önce gitmeye hazırlanırken bana izleyecekleri rota hakkında düşüncelerimi soruyor. Karadeniz’e gidiyorlarmış, Gerede’den geçip Tosya’da konaklamak istiyorlar. Ben de onlara Safranbolu’ya uğramlarını ve orada konaklamalarını tavsiye ediyorum. Hatta bizim konuşmalarımıza tanık olan bir sürücü arabasından Safranbolu broşürü getiriyor. Hemen açıp inceliyoruz, Cinci Han hakkında ayrıntılı bilgileri Almancaya aktarıyorum.
Önerime uymaya karar verdikleri içi, akşam olmadan Safranbolu’ya ulaşabileceklerini düşündüklerinden biraz daha sohbet ediyoruz.
İki arkadaş kendilerine 2 yıllık bir tatil vererek Köln’den yola çıkmışlar. Altlarında BMW GS 650 var. Kocaman motosikletler, arkalarında yan çanta arka çanta vb. hepsi tama. Kocaman heybetli makineler. Arkadaşı benim Dylan’la ilgileniyor kaç cc’lik olduğunu soruyor. 150 diyorum. Neden olmasın diyor! benim motoru biraz küçümsediler mi ne! 🙂 Ama onlar da 120’yi geçmiyoruz diyorlar.
Sohbetten sonra ben onlardan önce yola çıkıyorum. Biraz gittikten sonra, yolda bir motosiklet kalmış, genç bir çift Kxxxxx ile yola çıkmışlar, ama arka dişli sıyırmış, dişili dönüyor, tekerlek dönmüyormuş. Bana yaklaşık nerede olduklarını soruyorlar, servisi aramışlar. Ben de Kaynaşlı yakınlarında olduğumuzu söylüyorum. Hemen arkamızdaki köprünün üzerinde 9 yazıyor. 9 nolu köprünün hemen ilerisinde olduğunuzu söyleyin onlar anlarlar diyorum. Başka yapabileceğim bir şey olmadığını görünce vedalaşıp ayrılıyorum. Yolda kalan bu motoru görünce Çin işi motor alınmaması gerektiğine bir kez daha inanıyorum.
Gerede’ye yaklaşınca yağmur yağmaya başlıyor. Tabi hızı azaltıyorum. 80 iyidir bu koşullarda. Önceleri yer yer biraz ıslatıp geçiyor. Durup yağmurluğu giymeye üşeniyorum, nasıl olsa birazdan geçer diye düşünüyorum. İzlediğim yolun 100 metre sağ tarafı günlük güneşlik, yağmur falan yok. Bulutlar gidecek, yeniden güneş çıkacak diye düşünerek bir süre daha yol alıyorum. 50 km falan gittikten sonra yağmur etkisini artırınca durup yağmurluğumu giymeye karar veriyorum. Bir köprü altına durup yağmurluğu giymeye çalışırken Alman motorcular beni selamlayarak yanımdan geçiyor.
Bir süre daha yol aldıktan sonra hava yeniden açıyor. Yol bomboş. Ama benzin de bitmek üzere. Yakıttan tasarruf etmek için hızımı 90’da tutuyorum. Yol ücretini ödemek için gişelere geldiğimde gişedeki görevli yağmura yakalanıp yakalanmadığımı soruyor. Evet, diyorum, Gerede cıvarında yağmur var. Biraz sohbet ediyoruz, nasıl olsa sırada bekleyen başka araçlar yok.
Artık Ankara’ya geldim sayılır. Hemen ilk benzinciye giriyorum. Yine 20 liralık benzin alıyorum. Sonra doğru eve…
Yaklaşık olarak toplam 50 liralık benzin harcamışım, motoru evin önüne park ettiğimde tam 452 km yol yapmışım. Dylan’ın trip ayarını İstanbul’dan yola çıkmadan önce sıfırlamıştım. Bu hesaba göre Dylan’ın tüketimi şöyle:
1 kilometrede tüketim (95 oktan kurşunsuz): 11 YKr
100 kilometrede yakıt tüketimi: 3,6 litre
Tabi bu rakamlarda sürüş şekli de önemli. Ben genellikle 90 km hızla gelmeme rağmen zaman zaman 100’ün üzerinde de çıktım. Tahminen yolun en az üçte birini bu hızlarda geldim. 90’ı geçmeseydim daha az yakıt tüketebilirdim. Ama genelde Dylan 100 kilometrede 3,5 litre benzin yakıyor (kilometrede 11 kuruş) denilirse yanlış olmayacaktır.
Eve geldiğimde fazla bir yorgunluk hissetmedim. Dylan fazla yorucu değil, hatta sürerken ayaklarınızı değişik pozisyonlara alıp (öne, ortaya, arkaya vb.) dinlendirebiliyorsunuz.
Benzin almak için zaten 200 kilometrede bir durmak zorundasınız. benzin aldıktan sonra hemen hareket etmeyip bir süre dinlenirseniz, Dylan ile her yere gidebilirsiniz. Hava güzel olursa ve yanınızda size eşlik edecek bir arkadaşınız da varsa yolculuk oldukça keyifli olacaktır.
Yalnız ön camı (siperlik) mutlaka öneririm. Belki şehir içi trafiğinde çok fazla gerekli olmayabilir, ama uzun yolda mutlaka cam takılması gerektiğini düşünüyorum.
İlk deneyimimde Dylan’dan oldukça memnun kaldım.
Motoru genelde şehir içinde kullandığım, hafta sonlarında yalnızca 100-200 km gibi yakın yerlere geziler yaptığım için Dylan tam bana göre motor. Özellikle gücü kendisini hissettiriyor. Neredeyse sürekli 120 km hızla BMW’lerle bile eşlik edecektim. 🙂
Daha ne olsun! Bu nedenle Dylan başlıktaki “En büyük küçük!” tanımını hakediyor.